THI MATHI PESTUS MATHIUS NEXUS LOOKENT

THI MATHI PESTUS MATHIUS NEXUS LOOKENT

14 Ocak 2012 Cumartesi

Carpe Diem ve Hedonist İmparatorlar


Hedonizm kelimesi eski Roma imparatorlarına kadar uzanır. Bulumia kelimesi de. Bugün, "hedonistim" deseniz, karşınızdakiler yüzünüze müstehzi bir gülümsemeyle bakıyorlar. Jamaica'da her türlü grup seksin, eş değiştirmenin, orjinin yaşandığı "Club Hedonism" tatil köyüne atfen... Oysa hedonizm, çok daha farklı bir olgu. Ben Türkçeleştirirken "Hazcılık" diyorum. Yaşam biçimini her şeyden haz almak üzerine kurmak.Hazcılığınızı, yaşamın her anından tad almak, günün tadını çıkarmak üzerine oluşturduğunuz zaman da Carpe Diem bir hayat felsefesi oluşturuyorsunuz.

Roma dondurmasının geçmişi de o imparatorlara dayanıyor. Alp dağlarından getirttikleri karları taze sıkılmış meyve suları, süt ve balla birleştirerek ilk Roma dondurmasını yaptırmışlar. Temel ihtiyaçları sadece yeme, içme, barınma, üreme olarak görmemiş, hepsini daha fazla zevk alma üzerine oluşturmuşlardır. Herhangi lezzetli bir yemeği yiyip, doyma hissine ulaştıktan sonra, kaz tüyü ile boğazı irrite edip, kustuktan sonra yeniden yemek de bu hazcılığın bir neticesidir. Şimdikilerin "sıfır beden" olabilmek için uyguladıkları bulumia ile Roma İmparatorlarının bulumia'sı özde birbirinden ayrılır.

1998 yılı, Haziran ayının ilk günleri, Zeki Triko defilesi için Cannes'dayız. Defilenin baş mankeni Naomi Campbell ve annesi Valeria Campbell. Yaptığımız organizasyonla yer yerinden oynuyor. Podyum, birleşmiş milletler gibi. Türk mankenleri temsilen Çağla Şikel, Eyşan Özhim, Didem Taslan, Korel Kubilay var. Dönemin en ünlü gazetecileri ve televizyoncuları bizimle birlikte.. Gülse Bilsel ve eşi Murat Bilsel o organizasyonda tanışıp, flört etmeye başlamışlar. Bilge Tuğsuz ve Olcayto Ahmet Tuğsuz harika bir podyum performansı planlamışlar. Defileye yabancı basının ve televizyorların da ilgisi çok büyük. Defileden sonra elde edilen başarıyı Cannes'ın en lüks otelinin plaj restoranında yemek yiyerek kutluyoruz. Ana yemekler biraz gecikince, masadaki konuklarımız garsona sormamı istediler. Aldığım yanıt:
-Şu anda, dünyada herkesin olmak istediği en güzel yerde yemek yiyiyorsunuz. Lütfen bu anın tadını çıkarın.

Oysa biz, İstanbul'un en pahalı, en güzel, Pasha, Laila, Reina gibi mekanlarında kendi paramızla rezil olmaya alışkındık. Sizin zevkinizi, yaşamdan daha fazla zevk almanızı hiçe sayıp, akşam yemeklerini saat 20 ve 22.30 diye iki seansa bölüp, sadece daha fazla para kazanmayı amaçlayan işletmecilerin oyuncağı olmuştuk. Fransız garsonun sözleri, başıma balyoz gibi indi ve Boğaz'daki o mekanlardan ayağımı çekmeme sebep oldu.

Aslında "Carpe Diem" yaşayan bir hedonist olmak için illa dünyanın en pahalı şarabını içmek, en lüks yemeğini yemek de gerekmiyor. Budapeşte Gundel'de yediğim Patee de Foie Gras ve Konyaklı Crep, içtiğim fransız şarabıyla aldığım zevkin benzerini bu sabah balkonumda çay ve simitle kahvaltı ederken de aldım. Sanırım bunun yılların yarattığı olgunlaşma, hırsların törpülenmesi, dünyaya bakış açınızın değişmesiyle de alakası var. Bir de kendinize duyduğunuz saygıyla.



Yemekte ya da kahvaltıda misafirim olsun ya da olmasın sofranın kuruluşuna gösterdiğim özen değişmiyor. Sokaktan geçen simitçinin saati yaklaşırken, demliğe Sir Ahmad Tea ve kuruyemişçilerde "güllü çay" diye satılan Seylan çayı harmanını koydum. Sahanda tuzlu Trabzon yağını eritip, pazardan seçerek aldığım çift sarılı köy yumurtalarını kırdım. Turuncu renkli sarıların üzerine denk gelecek şekilde kimyon, beyazların üzerine de kara biber ve Maraş pul biberini serptim. Minik beyaz porselen kaselere zeytin ezmesi, mascarpone peyniri, siyah Gemlik zeytini ve Akhisar yeşil çizik zeytini koydum. Tuzu alınmış ortayağlı Ezine koyun peynirini küp küp doğradıktan sonra, bir parça dil peynirini lif lif ayırıp tabağa koydum. Bir kaç tane dil peynirini sahanda pişen yumurta beyazlarının üzerine bırakıp, sahanın kapağını kapattım. Doğradığım tek domates kıpkırmızı ve kokulu, sivri biber kütür kütür, salatalık ise taptaze idi. Domatesin üzerine kimyon serptikten sonra peynirlere ve zeytinlere pul biber, kekik ve nane ekleyip, üzerilerinde ilk hasat sızması zeytinyağını dolaştırdım. Simitçinin sesini duyanca, balkona çıkıp iki tane simit getirmesini istedim. Çıtır çıtır simitleri lokma büyüklüğünde doğrayıp, ekmek sepetine dizdim. Çay demini almak üzereydi. Üç tane portakalın suyunu sıkıp, bardağa koydum, önceden kestiğim bir dilim portakalı da bardağın kenarına tutturdum. Sahandan aldığım yumurtayı tabağa usulca koyduktan sonra üzerini bir iki dal taze otla süsledim.

Hazırladıklarımı deri tepsiyle balkona taşıdıktan sonra, müzik setinde, dün gece Beyoğlu'ndan aldığım Pera Classics 3 albümünü bir kez daha dinlemek için play tuşuna bastım. Hava gri olmasına karşın, tartemiz havayı ciğerlerime çekmenin, evin önündeki ağacın patlamaya başlamış tomurcuklarını görebilmenin, elimle hazırladığım çok basit ama keyifli bir kahvaltıyı bir gün daha edebilmenin mutluluğuna ulaştım.

Bir zamanlar, en lüks mekanlarda gezmenin, en güzel yemekleri yemenin keyif olduğunu sanırdım. Oysa bugün, hırslarımdan arınmanın, küçülmenin, basitleşmenin, komplekssiz yaşamanın daha büyük mutluluk olduğunu görüyorum. İşin sırrı ruhunuzu dinginleştirmekte.

Bugün, ağzıma attığım her simit parçasının, peynirin, domatesin, zeytinin tadını daha fazla çıkardım. Hızlı yaşadığınız zaman daha fazla yaşamıyorsunuz. Daha fazla yaşadım sanırken, hızdan başınız dönüyor ve çevrenizdeki doğal güzellikleri ıskalıyorsunuz.

Yaşınız ilerlediği zaman, yokuş aşağı giderken freni patlayan kamyon gibi sevişmenin de, bir yere yetişeceğim endişesiyle hızlı yenen yemeğin de, her yudumdan önce kokusunu içine çekmediğiniz kadehin de zevkli olmadığını anlayabiliyorsunuz.

Hayattan daha fazla zevk almak istiyorsanız, yaşamın frenine basın ve dinginleşin. Hırs detoksikasyonu yapın. Yaşadığınız her yeni günün tadına daha fazla varın.

Carpe Diem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder