THI MATHI PESTUS MATHIUS NEXUS LOOKENT

THI MATHI PESTUS MATHIUS NEXUS LOOKENT

4 Şubat 2012 Cumartesi

Wish you were here


Cenazeler ve şarkılar... Son zamanlarda genç dostlarımı yolcu ediyorum öbür yaşamlarına... Ve şarkılarla vedalaşıyoruz hep...

Rahmetli Melih'le başladı bu... Melih Kibar...
Bir gün stüdyosundayken bana yeni yaptığı bir enstrümantal bestesini dinletti. Rahmetli Çiğdem'den sonra bestelenmeye değer çok fazla söz bulamadığı için, daha çok enstrümantal besteler yapar olmuştu. Dinledim ve vuruldum.
-"Melih" dedim... ""Taptım buna... Bunu sürekli dinlemem lazım"...Hele Görkem'in kanunuyla Melih'in piyanosunun sevişmesi inanılmazdı. Kırmadı beni Melih... O zamanki Nokia telefonum için yeniden düzenledi... Bir tek benim telefonum 2 yıl boyunca Sessiz Veda ile çaldı... Melih'i toprağa verdiğimiz Cumartesi günü bozuldu o telefon... Bir daha da o şarkıyla hiç çalmadı...

Sonra Ufuk Güldemir... ve I did it my way...

2002 yılı yazında Ufuk Güldemir'le tanıştım. Çıkarmak istedikleri "Habertürk" Gazetesi'nin reklam kampanyası için gelmişlerdi. Kısa zamanda çok samimi iki dost oluverdik. Sadece kendisiyle değil... Bütün ekibiyle... Arkadaşımın ablasının eşi Deniz Arman'ı önceden tanırdım, ama Hakan Aygün, Meriç Köyatası, Büşah Gencer, Serfiraz Ergun gibi ekibindeki herkes inandıkları bir dava uğruna elele vermişler, canla başla çalışıyorlardı. Ufuk tam bir orkestra şefiydi. Medya dünyasında bir şekilde dışlanmış, işsiz kalmış, başarılı ama sivri bir sürü adamı bir araya toplamış, aykırı insanlar güruhunu bir kurum haline getirmeyi başarmıştı. Hem de öncelikle bir internet portalı aracılığıyla....

Gazete yayına hazırlanana kadar, Habertürk TV'yi yayına sokuverdi. Ardından gazete hazırlandı. Bu kadar aykırı adamın bir arada olduğu topluluk için "Usual Suspects" "Olağan Şüpheliler" konsepti gibi bir reklam kampanyası hazırladım. Çok dar bütçeli bir reklam kampanyası olmasına rağmen, kampanya başarılı oldu ve gazete 150.000 satışla yayın hayatına başladı. Reklamcının görevi yeni çıkacak bir gazeteyi ilk gün sattırmaktır. İkinci gün gazete kendisini satmaya başlar. Ben görevimi yapmıştım.

Sonra Ufuk'la dostluğumuz daha da pekişti. Fırsat buldukça telefonla sohbet eder, zaman zaman Habertürk binasında bir araya gelir, konuşurduk. Aramızda sadece 1,5 yaş fark vardı. Aynı jenerasyonun insanlarıydık. Ruhlarımız, isyankarlıklarımız aynı frekanstaydı. Keyif alırdık sohbetlerimizden.

Sonra... 2006 yazında onun pankreas kanseri olduğunu öğrendim. Hep yakından takip ettim hastalığını... 3 ayda ölürsün demişlerdi ama doktorları da yanılttı ve 3 ay sonra yürüyerek döndü İstanbul'a. Uçaktan iner inmez de Habertürk binasına gitti. O arada cep telefonuna bir mesaj attım. "Türkiye'ye hoş geldin... Etrafına bir bak... Daha yapacak çok işimiz var. Sen işlerini yarım bırakmazsın.. Bu ülkenin de sana ihtiyacı var" bab'ından bir mesajdı. Ağır bir hastalıkla mücadele ettiği için, uzun bir yolculuktan sonra telefon ederek onu yormak istememiştim. Kısa ve özdü mesajım. Birkaç gün sonra da telefonla konuştuk. Mücadeleci kimliğiyle, pankreas kanseri gibi bir hastalıkla da mücadele etti. Kendisine biçilen 3 ayı, 12 aya uzattı.

Pazar günü sabahı aldım ölüm haberini... Dağ gibi Ufuk gitmişti... Ama ölümünü de planlayarak. İstediği cenaze törenini bile biçimlendirerek. Bir şarkı eşliğinde...

My Way

And now, the end is near;
And so I face the final curtain.
My friend, Ill say it clear,
Ill state my case, of which Im certain.

Ive lived a life thats full.
Ive traveled each and every highway;
And more, much more than this,
I did it my way.

Regrets, Ive had a few;
But then again, too few to mention.
I did what I had to do
And saw it through without exemption.

I planned each charted course;
Each careful step along the byway,
But more, much more than this,
I did it my way.

Yes, there were times, Im sure you knew
When I bit off more than I could chew.
But through it all, when there was doubt,
I ate it up and spit it out.
I faced it all and I stood tall;
And did it my way.

Ive loved, Ive laughed and cried.
Ive had my fill; my share of losing.
And now, as tears subside,
I find it all so amusing.

To think I did all that;
And may I say - not in a shy way,
No, oh no not me,
I did it my way.

For what is a man, what has he got?
If not himself, then he has naught.
To say the things he truly feels;
And not the words of one who kneels.
The record shows I took the blows -
And did it my way!

Bir şarkı, bu kez farklı bir ortamda, beni bambaşka bir şekilde vurmuştu.

Sonra Fuat Noyan'ı yolcu ettik 46 yaşında... "Güle Güle Sana.. Yolun Açık Olsun... Güle Güle Sana... Seni tanrım korusun" diyerek...

Yıllardır bir şarkı beni çok ağlatır... "Tears in Heaven'ı ne zaman dinlesem, gözlerimden yaşlar dökülür. Oğlu açık pencereden açağı düşüp ölen bir babanın yapabileceği en duygusal bestedir.. Onun duygularıyla empati kurar, kendi oğlumla özdeşleşir ve her zaman göz yaşı dökerim...

Would you know my name
If I saw you in heaven
Will it be the same
If I saw you in heaven
I must be strong, and carry on
Cause I know I don't belong
Here in heaven

Would you hold my hand
If I saw you in heaven
Would you help me stand
If I saw you in heaven
I'll find my way, through night and day
Cause I know I just can't stay
Here in heaven

Time can bring you down
Time can bend your knee
Time can break your heart
Have you begging please
Begging please

Beyond the door
There's peace I'm sure.
And I know there'll be no more...
Tears in heaven

Would you know my name
If I saw you in heaven
Will it be the same
If I saw you in heaven
I must be strong, and carry on
Cause I know I don't belong
Here in heaven

Cause I know I don't belong
Here in heaven

Bugünse bambaşka bir şarkı ağlatmayı başardı beni.. Kırk yıl düşünsem Wish you were here'in bana bu kadar göz yaşı döktüreceğine inanmazdım... O da Pink Floyd'un ölen bir üyesine ithafen yapılmıştı ama ben onu hep çok sevdiğim bir şarkı olarak dinlerdim... Ta ki bugüne kadar...

Bugün Serhan'ı yolcu ettik.. Erenköy Galip Paşa Camii'nden... Kalabalıktan, izdihamdan caminin içine bile giremedik... Kaldırımdan katılabildik törene yüzlerce içeri giremeyenle birlikte.. 26 yaşında pırıl pırıl bir genci önce alkışlarla koyduk cenaze arabasındaki son yolculuğuna... Sonra, volümü tam seviyesinde açılmış bir gitar sesi başladı... İlk notasından tanıdım hemen... Wish you were here çalıyordu özel sistemli panel vandan... Bu şarkı da artık Serhan'la özdeşleşiyor... Ne zaman duysam, ağlayacağım bir parça daha var artık...

Wish you were here Serhan... Güle güle genç insan...

So, so you think you can tell Heaven from Hell,
blue skies from pain.
Can you tell a green field from a cold steel rail?
A smile from a veil?
Do you think you can tell?
And did they get you to trade your heroes for ghosts?
Hot ashes for trees?
Hot air for a cool breeze?
Cold comfort for change?
And did you exchange a walk on part in the war for a lead role in a cage?
How I wish, how I wish you were here.
We're just two lost souls swimming in a fish bowl, year after year,
Running over the same old ground.
What have you found? The same old fears.
Wish you were here.

İçimdeki Fırtına

7 Nisan Perşembe akşam üzeri... Arabada gidiyorum, radyo açık... Haberlerde ilk duyduğum kelimeler bir anda şok ediverdi... "Ünlü besteci, müzik adamı Melih Kibar bugün tedavi gördüğü hastanede öldü"... İnanmak istemedim önce..Sanki bir kaç yerden daha teyit almam gerekiyordu. Eski ortağım Cahit'i aradım hemen... O da şoka giriverdi... "Dönerim sana hemen" dedi ve 5 dakika sonra da döndü. Haber doğruydu. 

Melih'in cenazesi 9 Nisan cumartesi günü kaldırıldı. Gidemedim. Adil Gültekin'in stüdyosunda Flormar çekimleri yapıyorduk. İş bitene kadar stüdyodan çıkmam mümkün değildi. Saat altı civarı işimiz bitti. Efkar vardı içimde. Müşteri temsilcilerimiz Esra ve Müge, sanat yönetmenimiz Zeynep'le birlikte Çiçek Bar'a atıverdik kendimizi... 

Sakindi Çiçek Bar... Zaten daha yeni başlamıştı güne.. İskender Doğan'ın oğlu gitarıyla şarkılar söylerken biz de rakıları devirmeye başladık. Nokia telefonum elimde, can sıkıntısıyla oynuyordum... Rehberden Melih'in adını buldum... "bir daha sesini duyamayacağım ki dostum" deyip, siliverdim numarasını.. O anda İskender Doğan'ın oğlu şarkısını bitirdi: "Bugün çok büyük bir ustayı toprağa verdik" dedi... "Belki aranızda yakın dostları, onu tanıyanlar vardır... Onu hep beraber analım" diye bir anons yapınca miknofonu elime aldım. Melih'in bir toplantı sırasında bize anlattığı, daha sonra da Can Dündar'ın Yüzyılın Aşkları belgeselinde yer verdiği öyküsünü anlatmaya başladım 

Melih ve Çiğdem, aşklarının ve şöhretlerinin doruklarında gezerlerken, Melih kimya mühendisliği master'ı yapmak için Londra'ya gitmek ister. Çiğdem, kazandığı paranın bir kısmını Melih'e verir. 4 Ekim günü Melih ve babası Sami amca uçağa atlayıp Londra'ya giderler. O gün çok şiddetli bir okyanus fırtınası esmektedir. Melih'in kalacağı evin panjurları şiddetle çarpmakta, ağaçlar uğuldamakta, elektrikler gidip gelmektedir. Melih evdeki odasından koridora çıkar, karanlıkta bir cisme çarpar. Bu koridora konmuş duvar tipi bir piyanodur. Piyanoda o anki duygularını yansıtan melodiyi çalmaya başlar. Sonra odasına gider, bavulundaki kayıt cihazını alır ve aynı parçayı kasete kaydeder. Ertesi gün de, Türkiye'ye dönecek olan Sami amcaya, Çiğdem'e ulaştırılmak üzere kasedi verir. 

Çiğdem, hangi koşullar ve duygular altında bestelendiğini bilmediği melodiyi dinler ve söz yzmaya başlar :

gün ağarırken, tek başıma oturmuşsam
henüz daha gözlerimi bir an bile yummamışsam
sen yoksan yine, bense yorgun ve yalnızsam
hele bir de, bir de canım hasretine kapılmışsam
ve gözümde tütüyorsan buram buram

işte o an bir fırtına kopar
sanki o an yer yerinden oynar
hoyrat bir rüzgar eserken,
sallanan gemi misali
sallanır durur içimde dünya

son ışıkları sönüyorsa sokakların
yeni bir gün giriyorsa penceremden yavaş yavaş
sen yoksan yine, bense suskun ve bitkinsem
hele bir de bir kadehin gölgesine sığınmışsam
ve yılların hesabını şaşırmışsam

işte o an bir fırtına kopar
sanki o an yer yerinden oynar
külrengi bir akşam vakti
kaybolan renkler gibi
kaybolur gider gözümde dünya

işte o an bir fırtına kopar
sanki o an yer yerinden oynar
bir koca çınar dalından
savrulan yaprak misali
savrulur gider güzelim dünya


Sonra bu sözleri bir mektupla Melih'e ulaştırır. İki sevgili, binlerce kilometre uzaktan aynı duyguları yaşamıştır.

Ben bu hikayenin sonunu anlatırken, boğazımdan hıçkırıklar yükseliyordu. Bir an dönüp Çiçek Bar'ın müdavimlerine baktım... Herkes ağlıyordu...

TANRI NEDEN DOÇENT OLAMADI?


1. Tek bir orijinal yayını vardı.
2. İngilizce değildi.
3. Yayında hiçbir referans yoktu.
4. Yayın hakemli bir dergide yayınlanmamıştı.
5. Yayının ona ait olduğundan şüphe edenler bile bulunmaktadır.
6. Dünyayı yaratmış olabilir, fakat o zamandan beri ne yaptı?
7. Elde ettiği sonuçları bilim dünyası ondan bağımsız tekrarlamada zorlandı. Koyunlar çabuk yaşlanıp öldüler.
8. İnsanları deney malzemesi olarak kullanma konusunda etik komisyonundan izin almadı. Malpraktis yasası ise umurunda bile değildi.
9. Deneylerinden biri iyi sonuç vermeyince, deneye katılanları suda boğdu.
10. Derse hiç gelmedi. Sadece öğrencilerine gönderdiği kitaplarını okumalarını söyledi.
11. Bazı rivayetlere göre kendi oğluna ders verdirdi.
12. İlk iki öğrencisini, çok fazla öğrendiler diye okuldan attı.
13. Öğrencilerinin çoğu sınavlarından geçemedi.
14. Kendisiyle görüşülebilecek saatler düzensizdi ve görüşmeleri için genellikle dağ başında randevu veriyordu.

Can Yücel yazdı, ben tefsir ettim: Kadın Dediğin


Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş. (Adam çok haklı)
Koyun gibi yatmayacak, kımıl kımıl olacak yatakta. (Ölü balıkla geçer mi hayat)
Aklını başından alacak ama, aklını sadece bununla yormayacak. (Hem seni bilecek, hem kendini)
Delireceksin ama delirmen hastalıktan olmayacak. (abuk sabuk istekleriyle, kaprisleriyle delirtmeyecek)
Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, herşeyini. (Bundan iyisi, şamda kayısı)
Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. (Can kurban böylesine)
Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin. (Hele o ayıcıklı pijamayı giymeyecek arkadaş)
Bir gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük. (Zaten ömrüne ömür katar böylesi, ömür törpüsü olanlara inat)
Yıllara rehaveti değil huzuru taşıyacak. (Diyojen gibi elde fenerle arıyoruz)
En seksi leydi olmayı da bilecek, hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de. (kadın olacak, feminen olacak, hanım olacak)
Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küfretmeyecek. (Yerine göre davranmasını bilecek)
Kadın dediğin ayıp nedir bilecek. (Ayıbın ayıp olmadığı yeri de bilecek)
Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek.  (Arsız olmayacak)
Seni öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. (Milli Piyango'da büyük ikramiye çıksa bu kadar sevinmem)
iki lafın başı, her tartışmada ayrılalım tehtidi savurmayacak. (Sabırlı olacak, mantıklı olacak, boşanma modasına uymayacak, yıkıcı değil, yapıcı olacak)
Sabırlı olacak ve asla gururuna dokunmayacak. (eh, sen de adam olup gururunu kıracak şeyler yapmayacaksın)
Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürlerle yemeklerle işi olmayacak. (Sofrada nazlı, vejeteryen, kaprisli de olmayacak. Yemeğin hakkını vererek yemesini de bilecek. Piyazı soğansız, işkembeyi sarımsaksız yemeyecek. Ağzının tadını da bilecek)
Şöyle pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak şüphesiz. (Her şeyin hakkını verecek arkadaş)
Salatasız oturmayacak yemeğe. (Görgü meselesi) 
Temiz olacak herşeyden önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri. (Ya da eve geldiğinde alkol kokan bir kadını öpmeyeceksin. İçerse birlikte içecek)
Yahut pahalı parfümlerin sindiği, boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını öpmeyeceksin. 
Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş. (Bulduk da sarılmadık mı?)
Buram buram kadın kokacak kadın dediğin. (Usta yine haklı)
Kadın dediğin güzel olacak... Zeki olacak zeki. (Aptalı gerçekten çekilmiyor. Hele aptal olduğunun farkına varamayıp, kendini zeki sananlar...)
Seni bir hamur gibi karmasını da bilecek, o hamura kendini katmasını da... (Bu da tamamen zeki kadın işi)
Paranın güzelliğini bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak. ( Seni 3 kuruşa satmayacak)
Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terk etmeyecek. (Nesli tükenen kelaynaklar bile daha fazla sayıda)
Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, (Şeytan ayrıntıda gizli. Bu da en önemli ayrıntı)
Yan gözle adam kesmeyecek, başka sevgili edinmeyecek. (Hayatta her şey karşılıklı, karşından beklediğini sen de yapmayacaksın)
Sarışın, renkli gözlü uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya... ((Herkesin beğenisi farklı ama önce ruhu güzel olacak)
Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir olacak. (Güven zaten kaçınılmaz)
Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha. (sıkı olacak.. önce ağzı)
Ağzı sıkı olacak kadın dediğin. (sırdaşın olacak, sırlarını sana karşı koz olarak kullanmayacak)
Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak..  (Güvendiğin dağlara kar yağınca acıtıyor fazlasıyla)
Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından, dırdırcılardan, unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, 
Kendi yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan, 
raf süslerinden, tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan, boş bakanlardan olmayacak.  (bu satırların altına imzamı atarım)
Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, 
biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak. (masum olup kaşarı oynayan ama özünde hiç bir şey olmayanlar ile kaşar olup masumu oynayanlar da hiç çekilmiyor. Her kör satıcının bir kör alıcısı olduğu unutulmamalı)
Bir şeyi çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak.
En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir.(kendini sevmeyen kadından bırak sevgiliyi, eşi, arkadaş bile olmaz... Sadece içini karartır)
Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa.
Koluna takıp gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle. (Birlikt sokağa çıkamadığın kadınla yatağa da girmeyeceksin)
Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, anaya babaya hürmet etmeyi de.(Sadce kendi ana babasına değil, seninkine de aynı saygıyı gösterecek)
Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek. 
Parayla pulla, kariyerle, kimin ne dediğiyle, sınırlamayacak. (hele bu bölüm 2 kere 2= 4 kadar kesin, tartışılmaz)
Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla... 
Bileceksin ki evde 'O' kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana.
Öyle bir kadın işte... (Aslında var böyle kadınlar... Bazen arar da bulamazsın, bazen bulur da kıymetini geç anlarsın, bazen kör yanına gelir, etrafındakini göremezsin)

Nerede öyle kadın , yoktur deme.
Sen de adam olacaksın, seçmesini bileceksin! (Bu da Can Baba'nın en büyük yanılgısı... Erkek seçen değil, seçilen, seçtiğini sanandır)